LİDER AKADEMİSİ ( Resmi sayfasından alıntıdır!)
ÇALIŞMA ARKADAŞLARIYLA İLİŞKİ
İdare sanatıyla uğraşanların malzemeleri insandır. İnsan üzerinde çalıştıkları için de onu iyi tanımaları gerekir. İnsanları iyi tanıyamayan, onların psikolojik dünyalarını doğru değerlendiremeyen amirler işlerinde başarılı olamazlar.
İyi bir kaymakam, başarılı bir vali olmak isteyen kişi, her zaman çalışma arkadaşlarıyla ilişkilerini iyi düzenlemek zorundadır. Bu arada başarılı lider olmanın yollarını öğrenmeyi de ihmal etmemelidir. Zira her mülkî amir çalıştığı yerde halk ve memurlar nazarında bir liderdir, dolayısıyla liyakatli ve düzenli olmak zorundadır.
Bu konunun devamını Truva Yayınlarından piyasaya çıkmış olan “Liderin Kitabı” isimli kitabımdan özetleyerek anlatmak istiyorum.
Şahsiyet yapısı olarak çoğu insan benzer özelliklere sahiptir. Buna karşılık iki insan tam olarak birbirine hiç benzemez.
İnsanların karakteri; doğuştan kazandığı huylar, aile ve yetişme şartları, sosyal çevre etkisi ve meslekî alışkanlıklar sonucu oluşur.
Biz görüştüğümüz insanların şahsiyetini daima normal gibi düşünürüz. Ancak şu bir gerçektir ki, normal şahsiyetli yapıların dışında birçok şahsiyete girebilen kimseler veya şahsiyetlerini kısmen değiştirenler de vardır. Hatta çift şahsiyetli olanların dahi bulunduğu anlatılır. Çelişkili yapıya sahip bu insanlar mizaçlarında iki zıt huyu birlikte taşırlar. Yani bir adam düşünün; hem cesur hem korkak, hem hoşgörülü hem kinci, hem şefkatli hem zalim, bazen havaî ve gösterişçi bazen inadına utangaç ve sıkılgan. Sözün özü tezatlarla dolu bir karakter.
Çevrenize bir bakın ve düşünün; çocuklarınıza, işyerinizden arkadaşlarınıza, komşularınıza… Aynı geleneği paylaşan fertler olmalarına rağmen ne kadar farklı karakter taşıyorlar değil mi?
O hâlde her insan ayrı bir dünya, her fikir sahibi farklı bir âlemdir. İnsanları bir bütün olarak tanımak ve şahsiyetleri hakkında kesin bir karara varabilmek oldukça zordur.
Hiçbir insan göründüğü gibi değildir.
Dedik ya insanlar çeşit çeşittir diye… İşte size iki, “çeşit” insanla ilgili anlatılan bir hikâye:
Osmanlı’nın son devrinde hicviye şiirleriyle tanınmış bir Kaymakam Şair Eşref, bir de uzun süre valilik de yapmış olan Sadrazam Kâmil Paşa vardır. Bu ikisinin birbirleriyle sürtüşmelerine dair pek çok hikâye anlatılır. İşte zamanın bir Başbakanı ile bir Kaymakamının konuşması:
“Kâmil Paşa, Kıbrıs’a gidecektir. Eşref’e:
- Kıbrıs’tan bir isteğin varsa getireyim, der. Şair, bu teklifi sevinçle karşılayarak:
- Paşam, der görüyorsunuz, artık yaşlandım. Biraz yürüyünce yoruluyorum. Bana bir Kıbrıs eşeği getirirseniz, ömür boyu size dua ederim.
Kâmil Paşa Kıbrıs’a gider. Dönüşünde Galata rıhtımında karşılayanlar arasında Eşref de vardır. Paşa, karaya ayak basınca Eşref’i görür. Üzüntülü bir ifadeyle:
-Aaa, Eşref! İstediğini getirmeyi unutmuşum. Seni görünce eşek aklıma geldi! Amma bir giden olursa getirtirim. Merak etme!” der. Eşref hemen cevabı yapıştırır:
- Aman Paşam, üzülmeyin. O eşek, gelemese de olur. Siz geldiniz ya, o yeter!..”
Dedik ya insanlar çeşit çeşittir diye… İşte size iki, “çeşit” insanla ilgili anlatılan bir hikâye:
Osmanlı’nın son devrinde hicviye şiirleriyle tanınmış bir Kaymakam Şair Eşref, bir de uzun süre valilik de yapmış olan Sadrazam Kâmil Paşa vardır. Bu ikisinin birbirleriyle sürtüşmelerine dair pek çok hikâye anlatılır. İşte zamanın bir Başbakanı ile bir Kaymakamının konuşması:
“Kâmil Paşa, Kıbrıs’a gidecektir. Eşref’e:
- Kıbrıs’tan bir isteğin varsa getireyim, der. Şair, bu teklifi sevinçle karşılayarak:
- Paşam, der görüyorsunuz, artık yaşlandım. Biraz yürüyünce yoruluyorum. Bana bir Kıbrıs eşeği getirirseniz, ömür boyu size dua ederim.
Kâmil Paşa Kıbrıs’a gider. Dönüşünde Galata rıhtımında karşılayanlar arasında Eşref de vardır. Paşa, karaya ayak basınca Eşref’i görür. Üzüntülü bir ifadeyle:
-Aaa, Eşref! İstediğini getirmeyi unutmuşum. Seni görünce eşek aklıma geldi! Amma bir giden olursa getirtirim. Merak etme!” der. Eşref hemen cevabı yapıştırır:
- Aman Paşam, üzülmeyin. O eşek, gelemese de olur. Siz geldiniz ya, o yeter!..”
İnsan tabiatı, birbirleriyle zıtlaşan temayüllerle doludur. Bunlar birbirlerine karşı ve düşman unsurlardır. Biri acele ederse biri sakinlik ister. Biri kızmayı isterse diğeri sabrı ister. Böylece duyguların faaliyeti dışarıdan gelen tepkiler sonucu birbirini karşılıklı olarak tahrik etmesi ve frenlemesi şeklinde cereyan eder.
Bu şekilde devam eden dış etkilerin yoğunluğuna göre bir insan sabahtan öğlene kadar beş, altı değişik ruh hâline girebilir. Bir emme basma tulumba gibi veya bir otomobil motorunun pistonları gibi bir uçtan bir uca gider gelir. Bu ruh hallerinde bazen bir şeyi iyi görür bazen kötü, bir türlü ortasını düşünemez. Hatta bazı insanlar bir dakikada bile inişli çıkışlı ruh hallerine girebilir. Bunlar düğmesiyle oynanan radyoların çeşitli frekanslara geçmesi gibi, sevinçli derken endişeli oluverir; lambanın yanıp sönmesi gibi kederli derken, birden sevinçle gülmeye başlayabilir.
Evet, bütün bu anlatılanlar normal sayabileceğimiz insanlarda rastlanabilen şahsiyet yapılarıdır. Bir de zamanımızda problemli, bunalımlı, dengesiz, hatta çatlak, deli dediğimiz tiplerin ruh hallerini eklersek, insan mizacının ne kadar karmaşık bir yapıda olduğunu anlarız.
Ben böyle anlattıkça siz şimdi diyeceksiniz ki, tımarhanelik delilerin konusuna geçtik. Hayır hiç de öyle değil. Çevrenizde normal zannedip görüştüğünüz insanların içinde takıntılı, sıyrık, kontak, saldırgan, psikopat, nevrastenik, histerik gibi psikolojik hastalık sahibi bir sürü insan vardır. Biz onlarla devamlı görüşür ve birlikte yaşarız.
Allah aşkına Osmanlı’da şu, zamanın Sadrazamı yani Başbakanı olan zatın yaptığına bakın:
“1890 yıllarına gelinceye kadar Şehzâdebaşı’nda Bozdoğan Kemeri yakınında Palabıyık Mehmet Bey Arsası denilen yerin sahibi Mehmet Bey, gayet kısa boylu, küçük vücutlu, fakat gümrah bıyıklı bir zat imiş. Eski usul mucibince rütbe alanlar Teşrifatçı Efendi’nin arkasına dizilip Sadrazam huzuruna girerek teşekkür ettiklerinden, işbu Mehmed Bey de ‘Hamise’ rütbesi aldığından o usule uyarak teşrifatçının arkasından o sırada Sadrazam bulunan Hüsrev Paşa’nın odasına girmiş. Fakat Teşrifatçı Efendi, Mehmed Bey’in aksine olmak üzere gayet şişman ve iri yarı olduğundan arkasındaki Mehmed Bey hiç görünmez bir hâlde kalmış. Teşrifatçı odaya girip de, ‘Efendim! Palabıyık Mehmed Bey kulunuz...’ der demez Hüsrev Paşa hemen, ‘Nerde o, bıyığına s...dığım’ demesine müteâkip teşrifatçının arkasından Mehmed Bey çıkıverince, Hüsrev Paşa fena hâlde bozulmuş ve güyâ hatasını tamir için, bu defa da:
- Vay! Sen burda mıydın? Gel oğlum seni bıyığından öpeyim!’ demiştir.”
“1890 yıllarına gelinceye kadar Şehzâdebaşı’nda Bozdoğan Kemeri yakınında Palabıyık Mehmet Bey Arsası denilen yerin sahibi Mehmet Bey, gayet kısa boylu, küçük vücutlu, fakat gümrah bıyıklı bir zat imiş. Eski usul mucibince rütbe alanlar Teşrifatçı Efendi’nin arkasına dizilip Sadrazam huzuruna girerek teşekkür ettiklerinden, işbu Mehmed Bey de ‘Hamise’ rütbesi aldığından o usule uyarak teşrifatçının arkasından o sırada Sadrazam bulunan Hüsrev Paşa’nın odasına girmiş. Fakat Teşrifatçı Efendi, Mehmed Bey’in aksine olmak üzere gayet şişman ve iri yarı olduğundan arkasındaki Mehmed Bey hiç görünmez bir hâlde kalmış. Teşrifatçı odaya girip de, ‘Efendim! Palabıyık Mehmed Bey kulunuz...’ der demez Hüsrev Paşa hemen, ‘Nerde o, bıyığına s...dığım’ demesine müteâkip teşrifatçının arkasından Mehmed Bey çıkıverince, Hüsrev Paşa fena hâlde bozulmuş ve güyâ hatasını tamir için, bu defa da:
- Vay! Sen burda mıydın? Gel oğlum seni bıyığından öpeyim!’ demiştir.”
Konuya idarecilik açısından baktığımızda bunlara bir de emrinizde olan ve yönlendireceğiniz kişilerin işten kaynaklanan gerilimli halleri, örfleri, alışkanlıkları, korkuları, öncelikleri, olaylara bakış açılarının farklılığı gibi etkenleri de eklemek gerekir.
İnsanlardan bazıları fevkalade hassas ve alıngandırlar. Bunlar karşılaştıkları her duruma kendi gözlükleriyle bakarlar. Hatta onların içinde o kadar çabuk ve basit şeylere kırılanlar vardır ki, normal bir sözü veya konuyu kırılmak ve darılmak için bahane yaparlar. Kırılmak, gücenmek sanki onların zaman zaman ihtiyaç duydukları bir gıda gibidir. Böyleleri tenkit edilmekten hiç hoşlanmazlar. Öyle ki en ufak tenkit bile onlar için en büyük düşmanlık hâline dönüşebilir. Buna karşılık onların en büyük arzuları ise devamlı övülmek ve pohpohlanmaktır.
Atalarımız “Her şey incelikten, insan kalınlıktan kırılır” demişler. Bu insanları idare etmek büyük sabır ve çabayı gerektirir. Böylelerine elden geldiğince hoşgörülü ve sempatik yaklaşmak, çeşitli konulardaki hassasiyetlerini anlayışla karşılamak en doğru davranıştır.
Bunların aksine insanların içinde son derece vurdumduymaz, anlayışsız ve kaba olanlara da rastlanır. Bunlarda ise diğerlerinin aksine anlayışsızlık ve umursamazlık zirvededir. Hassas yapıda olanlara, “Falan işi şöyle şöyle yapmış olmakla hata etmişsin” dediğimizde gözleri dolu dolu olup giderken, kaba karakterliler de sen en şiddetli şekilde azarladığın zaman bile, sanki hiçbir şey olmamış gibi yine kendi bildiğini yapıp ortalıkta pişkin pişkin dolaşabilirler.
Nazikçe söylendiğinde bundan etkilenecek insanlara bağırıp çağırarak muamele etmek onların hizmetten kaybedilmelerine, bunun aksine kaba ve vurdumduymaz karakterde olanlara kibar ve nazikçe yapılan ikazlar onların bön bön dinleyerek gene kendi bildiklerini yapmalarına sebep olur.
İşte bu nedenle insan idare etmek kadar zor bir şey yoktur. Bir dozer operatörü sabah makinesine biner, kollarını, ayaklarını biraz da kafasını kullanarak dozerini ileri alır geri alır yolunu açar. Akşam da elini yüzünü yıkar evine gider. Gece de huzur içinde uyur. Yorgunluğu gider. İnsan idare edenlerin kafaları ise günlük insan ilişkilerinin bin bir türlü zorluğuyla doludur. Çeşit çeşit insanı ikna etmek, onların kaprislerine katlanmak, sitemlerine, tenkitlerine sabretmek insanın ruhunu karartır, sıkıntıya, buhrana sokar. Atalarımız “Büyük dağın büyük rüzgârı olur” sözünü boşuna söylememişler.
Şimdi, Atatürk’ün yakın arkadaşlarından Ali Fuat Cebesoy’un anlattıklarını okuyalım:
“Atatürk 1936’dan sonra, ancak çok yakınlarının, amma resmî yakınlarının değil, gönül dostlarının bildiği bir hasret içinde idi; çevresinde eski günlerin çehrelerini görmek, hatıraları içinde yaşamak..! Bu sebeple, Millî Mücadele arkadaşlarından hayatta olup da, çeşitli sebeplerle uzaklaşmış veya uzaklaştırılmış olanlarla bir nevi ‘helalleşmek’ ihtiyacında idi. Ne yazık ki, buna da muvaffak olamadı...
“Atatürk 1936’dan sonra, ancak çok yakınlarının, amma resmî yakınlarının değil, gönül dostlarının bildiği bir hasret içinde idi; çevresinde eski günlerin çehrelerini görmek, hatıraları içinde yaşamak..! Bu sebeple, Millî Mücadele arkadaşlarından hayatta olup da, çeşitli sebeplerle uzaklaşmış veya uzaklaştırılmış olanlarla bir nevi ‘helalleşmek’ ihtiyacında idi. Ne yazık ki, buna da muvaffak olamadı...
Savarona Yatı’nda, hastalığının belirtileri ile üzgün ve bitâp olduğu bir akşam, başbaşa iken, Harbiye’deki tahsil yıllarımızın tatil günlerinin içinde geçtiği Kuzguncuk’taki yalımızı işaret ederek dedi ki:
- Biliyor musun Ali Fuat, ne istiyorum: Şuradan beraberce, kimsenin bizi asla tanımasına imkân olmayan kılıkta habersizce çıkalım, önce Kuzguncuk’taki yalıya gidelim, senelerimizin geçtiği odada bir gece geçirelim, oradan Yuşâ tepesine, daha sonra Telli Babaya uzanalım, bir gün Çamlıca’ya, hani o Leyla Macerası Köşkü çevresini tavâf edelim, oradan cebimizde normal vatandaş pasaportu, Selanik’e uzanalım, Beyazkule’deki toplantıları yâdedelim, bugünden o günlere uzana uzana maziyi yaşayalım, sonra da hayalimizde neyin hasreti kalmışsa, onu yaşatabilecek adsız, sansız, mevkisiz, şöhretsiz, kalan ömrü geçirelim… Var mısın?
- Biliyor musun Ali Fuat, ne istiyorum: Şuradan beraberce, kimsenin bizi asla tanımasına imkân olmayan kılıkta habersizce çıkalım, önce Kuzguncuk’taki yalıya gidelim, senelerimizin geçtiği odada bir gece geçirelim, oradan Yuşâ tepesine, daha sonra Telli Babaya uzanalım, bir gün Çamlıca’ya, hani o Leyla Macerası Köşkü çevresini tavâf edelim, oradan cebimizde normal vatandaş pasaportu, Selanik’e uzanalım, Beyazkule’deki toplantıları yâdedelim, bugünden o günlere uzana uzana maziyi yaşayalım, sonra da hayalimizde neyin hasreti kalmışsa, onu yaşatabilecek adsız, sansız, mevkisiz, şöhretsiz, kalan ömrü geçirelim… Var mısın?
Vardım tabii amma ne mümkündü? Bu, Atatürk olmayan her vatandaşın yapabileceğini yapmak Atatürk için ne mümkündü?.. Onun da, benim de gözlerimiz nemlenmişti. Birbirimize uzun uzun, melâlli ve hüzünlü bakıştık.. Söyleyebilirim ki Mustafa Kemal bu hasretle gözlerini kapadı… Çünkü her söylediği coğrafî mevkide geçmiş, unutulmaz hatıralarımız vardı. İnsanlar bazen çok yukarıdaki mevkilerde, en masum arzularının uzağında kalmaya mahkûm olurlar…”
İnsanları iyi tanıyan akıllı ve sezgi sahibi bir lider, bir ferdin konuşmalarından ve bazı davranışlarından onun nasıl bir karakterde insan olduğunu anlayabilir. Hatta öyle ki, ilerde neler yapabileceğini, nereye kadar yükselebileceğini dahi keşfedebilir.
Bu konuda Hazreti Ömer, “İnsanların en akıllısı, insanların hareketini en iyi takdir edendir” demiş.
İnsan psikolojisinden anlayan ferasetli liderler, karşılaştıkları bir insanın konuşma ve davranışlarından hangi yapıda olduğunu hemen çıkarırlar; ve o kişiyle ona göre görüşme yaparlar.
O hâlde siz rol yapan bir tiyatro sanatçısı gibi; kibar nazik, ince ruhlu biriyle karşılaşınca yumuşak ve centilmence, buna karşılık kaba, yoz ve laf anlamaz biriyle karşılaştığınızda ise sert ve otoriter bir görüşme yapmanız gerekecek.
İdareciliğin sırlarından en başta geleni, insanı ve toplumu tanımaktır.
Ne tür yüksek makamda bulunursanız bulunun emrinizdeki daire amirlerini ve memurları sakın küçümsemeyin! Elbette bunların aklı başında, dengeli, bilgili ve görgülü olanları çoğunluktadır. Ancak hepsinin öyle olduğunu zannetmeyin.
Onların içinde; dış görünüşünden enayiye benzeyenler, saftirik gibi görünenler, aptal aptal duranlar, ortalıkta kılıksız kıyafetsiz salaş salaş dolaşanlar vardır. Sakın ha bu görünüşlere aldanmayın! Bu, onların hayat tarzlarıdır. Yoksa onların iş bilmedikleri ve beceriksiz oldukları anlamına gelmez.
Fakat siz her makamda oturanı akıllı mı zannediyorsunuz? Nice aptal vardır ki bir koltuk verilmiştir. Bunlar çeşit çeşittir; bir lafı on defa tekrar etsen de gene anlamayanlar, hata yapınca özür dilemek yerine sırıtanlar, işleri yüzüne gözüne bulaştırdıktan sonra gelip size ne kadar güzel iş yaptığını anlatmaya çalışanlar, yanlış bildiği konuyu size doğru diye anlatmak için ter dökenler, yağcılık yapıyorum diye başkalarının yanında hatanızı söyleyip sizi zor durumda bırakanlar vardır.
Bunlardan bazılarına, amiri olarak sen bir şey söylersin, anlamış olsa da tekrar tekrar “Anlamadım efendim” diye sorar durur. Diğer bazıları, bildikleri konuda işi cahilliğe vurdurup bilmiyormuş gibi davranır. Kimisi de işlerini salaklığa vurdurup yapar.
Hele bazıları vardır ki; uzaktan bakarsın zavallı, yanına varınca anasının gözü! Görünüşüne, oturuşuna kalkışına bakarsın melek, ilişkiye girersin şeytan! Yani bir çeşit, “akıllı aptal!”
Diğer bazıları da tam tersine; az konuşmasına, duruşuna bakarsın olgun ve anlayışlı; konuşunca aptal! Konuşmasına, ağzının laf yapmasına bakarsın allâme, iş verirsin pespaye. Bu da, “süper zeki geri zekâlı!”
Ve daha niceleri...
Hülasa, insan yapısı fevkalade karmaşık ve bilinmezlerle doludur. Çözülemeyen bir bilmece, içinden çıkılmaz bir sır… Yani tam bir muamma!
Şimdi bir idareci olarak sen gel bu insanları idare et!
Tabii bu arada bizim ruh hâlimiz de önemli… Biz de dengeli, normal ve aklı başında olmalıyız ki ne yaptığımızı bilelim.
Demek ki liderin de dengeli bir karakter yapısına sahip olması, yukarıda anlatılan uç karakterlilerden olmaması gerekir ki ilişkiler uyumlu yürüsün.
Velhâsıl idarecilik zor zenaattır.
Bütün bunlardan insan ilişkilerinde kesin kural olabilecek sabit bir gerçeğin olmayacağı sonucuna varabiliriz. İnsanlar arasındaki ilişki; insanların karakterlerine, bu karakterlerin olayların gelişmesine göre alabilecekleri değişik tutumlara, insanların birbirleri ile olan etkileşimlerine ve son olarak da zamanın ve şartların getirdiği zorunluluklara bağlı olarak değişken bir yapı arzeder.
Şu bir gerçek ki, bir lider, amaç ve hayallerine ulaşmada, kalbinde taşıdığı başarma arzusu ve beşeri mutlulukla, karşılıklı etkileşimler sonucu yaşadığı hayal kırıklıkları, yılgınlık ve ümitsizlik arasında ruhî mücadele verir.
Kaynaklarda Osmanlı’nın son devir Padişahlarından Sultan Abdülaziz’in şöyle bir sohbeti nakledilir:
“Bir gün, çok sevdiği Baş Mabeyncisi/Özel Kalem Müdürü Hafız Mehmet Bey’e şöyle demişti Sultan Aziz:
- Bak Hafız Mehmed… Neyin hasretini çekerim, bilir misin? Esnaftan bir kişi olsaydım. Topkapı dışında bahçe içinde küçük bir evim olaydı. Sevdiğim bir karım, kızlı erkekli çocuklarım… Sabah merkebime binsem, Bahçekapı çevresindeki dükkânıma gitsem, ‘El kâsib’ü Habib Allah’ deyip, el emeğimin helalinden ne kazandı isem, heybeme etimi, sebzemi, ekmeğimi koysam; akşam vakti evime gelsem, kapıyı güler yüzle karım açsa, çocuklarım çevreme kahkahalarıyla gönlümü yıkayarak toplansa, yer sofrasına onlarla otursam, günümü onlara anlatsam, onların gününü dinlesem, kafam dinç, gönlüm huzurlu, çubuğumu çeksem, kahvemi içsem, yatsı namazını kılıp hoş beşten sonra geleceğin bin bir derdinden uzak, başımı yastığa koysam… Bunlar Âl’i Osman Padişahı için olmayacak dualar… Değil mi Hafız?
“Bir gün, çok sevdiği Baş Mabeyncisi/Özel Kalem Müdürü Hafız Mehmet Bey’e şöyle demişti Sultan Aziz:
- Bak Hafız Mehmed… Neyin hasretini çekerim, bilir misin? Esnaftan bir kişi olsaydım. Topkapı dışında bahçe içinde küçük bir evim olaydı. Sevdiğim bir karım, kızlı erkekli çocuklarım… Sabah merkebime binsem, Bahçekapı çevresindeki dükkânıma gitsem, ‘El kâsib’ü Habib Allah’ deyip, el emeğimin helalinden ne kazandı isem, heybeme etimi, sebzemi, ekmeğimi koysam; akşam vakti evime gelsem, kapıyı güler yüzle karım açsa, çocuklarım çevreme kahkahalarıyla gönlümü yıkayarak toplansa, yer sofrasına onlarla otursam, günümü onlara anlatsam, onların gününü dinlesem, kafam dinç, gönlüm huzurlu, çubuğumu çeksem, kahvemi içsem, yatsı namazını kılıp hoş beşten sonra geleceğin bin bir derdinden uzak, başımı yastığa koysam… Bunlar Âl’i Osman Padişahı için olmayacak dualar… Değil mi Hafız?
Sultan Aziz, bir saltanat kavgası sonunda kanlı ölümü ile kendi hayatına kendi kıyarken, şüphesiz ki şu mütevazi hasretinin hayali içinde son nefesini verdi…”
Maiyetimizle ilişkilerimizi sağlam bir yörüngeye oturtabilmek için önce beraber çalıştığımız insanların vasıfları ve kabiliyeti konusunda yeterli bilgiye sahip olmalıyız. Bu bilgilerden işimize yarayacak kısımları unutmamalı, hareket noktalarımızı buna bağlamalıyız. Bu sırada tahminlerden ve kendi arzumuz olan yanlış ön yargılardan uzak durmalıyız.
Lider, maiyetindeki insanlarla ilişkilerinde çok dikkatli olmalıdır. Önce kendisi konuşanları dinleyen, kavramaya çalışan anlayış sahibi bir insan olmalı, ondan sonra onlardan anlayış beklemelidir. Fakat anlayışsız insanların çok, anlayışlıların ise nadir olduğunu unutmamalıdır.
İdareciliğin özünde insanlarla iyi geçinme vardır. Bin bir çeşit insanın çeşit çeşit huylarına karşı uyum sağlamak ve onları idare edebilmek fevkalade sabır isteyen bir iştir.
Esas olan onlarla güzel geçinme ve usulü dairesinde yönlendirmedir. İyi amir kötü insanlarla iyi geçinendir. Kötü amirse iyi insanlarla kavga edendir. Öyleyse gerçek lider, insanlarla geçinmesini bilen ve onları en güzel şekilde idare edendir.
Bunun için Hazreti Ömer, “Aklın yarısı, insanlarla güzel geçinmektir” diyor.
İnsanlar nasıl kazanılır, nasıl kaybedilir? Nasıl kırılır, nasıl teşvik edilir? Bunları bilmek… Beraber çalıştığımız kişileri incitmemek, onları işe yönlendirmek, çalıştırmak, verim almak… Bunların hepsi idari kabiliyet ve incelik isteyen işlerdir.
Bakınız Amerikan Başkanlarından Lincoln’ün bu yönü için kaynaklarda ne deniyor:
“İnsan tabiatını anladığı için siyasetten anlardı… Abraham Lincoln’un insan severliği irade dışı değildi. Onda iyilikle karışık kuvvetli, sert ve keskin bir zekâ vardı.
“İnsan tabiatını anladığı için siyasetten anlardı… Abraham Lincoln’un insan severliği irade dışı değildi. Onda iyilikle karışık kuvvetli, sert ve keskin bir zekâ vardı.
Siyaset ve harp hayatının garip neticesi olarak Lincoln her çeşit insanla karşılaştı. Onları olduğu gibi kabul etti. İyi taraflarını aradı, zayıf taraflarının üstünde daha az durdu. Bütün engelleri muhakeme ve aklıselim yolu ile aştı.”
İnsanların karakterinde ihtiraslılık vardır. Her insan yaşamak ve bir şeyler elde edebilmek için karakterinde ihtiras taşır. Ancak bu ihtiras, içinde korkuyu da barındırır. Demek ki insanlar ihtirasla korku arasında gidip gelen bir ruh hâline sahiptirler. Başka deyişle insanlar ümitle korku arasında yaşarlar.
Öyleyse sen; insanlara karşı fazla renk verme, hislerini ve maneviyatını gizle. Bu arada onların hislerini çözmeye çalış. Böyle davranıyorum diye ikiyüzlüler gibi de olma. Ara sıra samimiyetini göstermeyi ihmal etme. Her söylenene inanma, kendine de fazla güvenme. Tehdit ediyorum diye kendini övücü sözlerden sakın. Tecrübe etmediğin kimseye güvenme. Güvendiğine dahi sırlarını verme. Ne idüğü belirsiz, istikameti şüpheli kimselerin sözleriyle iş görme. Küstaha, ukalaya yüz verme. Serseri ile de oturup kalkma. Önemli ve ciddi konuları da maiyetin insafına bırakma. Az konuş, söylediğini tart ve işlerine bak… İşte böyle davranırsan edersin rahat.
Şimdi de Liderin Kitabı’nda bu konu ile ilgili yazdığım veciz sözlerden bir kısmını buraya alarak konuyu bağlayalım.
İyi bir Lider iyi bir insan sarrafıdır.
Çok çekme kırılır; gevşek bırakma kabarır, hafif gerginlik iyidir.
Çalıyı tepesinden sürüme, tereyağından kıl çeker gibi götür.
Vicdan sahibi haysiyetli kişiyi kendine yakın tut; ama tefessüh etmiş hilekârı yaklaştırma.
Asil ruhlu sevimli adamla yürü; ama dik başlı bozguncuyla oturma.
Ne yapacağı belli olmayan sinsiye yetki verme.
Dik başlı olanı ez; yoksa işlerini bozar.
Geçimsiz adamı yalnız çalıştırmaya bak.
Kavgacı muzırı, bir de lafazan gürültücüyü toplantıya sokma.
Goygoycuyu hizipçilerin arasına gönder.
Yanına çok sokulana yüz verme. Eğer yüz vermişsen uzaklaştırıncaya kadar hatalarını hoş görmeye bak.
Soytarıyı yanında gezdirme; karizmayı da çizdirme.
Şakşakçıyı kendine yakın tutma; uzaktan alkışlaması iyidir.
İnsanların ayıplarını deşeleme; daima ayıpları örten ol.
Daima iyiliği, güzelliği yay.
Duru gönüllü ve centilmen olmaya bak.
Elindeki kudret sana büyüklük ve tahakküm hissi verirse, kafanı duvara vur, nefsini kır.
Nankörlük edene söylen geç, üzerinde durma.
Yalancının yalanını yakala, münasip bir lisanla yüzüne vur; vur ki bir daha seni aldatmaya kalkmasın.
İftiralardan kork ama muhtemel olduğunu unutma.
İftirayla sarsılacaksın! Ama kendini mahvetme.
Meyveli ağacı taşlarlar, önce iftirayla başlarlar.
İnsanları tanıdıkça artık iftiralar bile beni etkilemiyor.
Sıvışık, sünepe ve de pişkin bir adamı azarlasan da tehdit de etsen fayda vermez.
Ayak takımı ve bayağı insanlarla çalışmak zorunda kalırsan senin de olacağın odur.
Yayılmasını istediğin sözleri boşboğaza söyle, ama “Sakın kimseye söyleme” diye sıkı sıkıya tembih etmeyi unutma.
İtaatkâr ve sadık adamlarınla iyi iş çıkarırsın.
Ağırbaşlı ve uyumlu insanlarla çalışmak saadettir.
Bir Liderin çevresi hokkabaz, palyaço, taklacı, dalkavuk tiplerle çevrilmişse işi idarecilikten tiyatro oyunculuğuna dönüşür.
Ebleh amir bir de dik kafalıysa sen onun koltuğunu boş say.
Adam kullanma sanatı, insan aldatma devri, dalavere dünyası.
Açgözlüler âlemi, kalleşlik dünyası, yaşa yaşayabilirsen.
Her tür teşkilatta astın gizli işi üstün altını oymaktır.
Birisinden kötülük mü görmek istiyorsun? Derhal ona bir iyilik yap; tez zamanda muradına erersin!
Makamlar insanların aynasıdır; iyisi de kötüsü de orada ortaya çıkar.
Boş konuşma açık söyle sözünü; fesatçının işlerinden sakın ayırma gözünü.
Her teşkilatta bir baş belası mutlaka bulunur.
Her yemekte soğan; her iş yerinde bir şarlatan!
Hiperaktif süpermanyak, az bulunur dangalak.
Bir Lider için çıbanbaşı olmuş bir adamı harcamak, en zor ve baş ağrıtıcı işlerden biridir.
Bir Liderin yakın çalışma arkadaşını harcaması eşini boşamasından zordur.
Avanesi dalkavuklardan müteşekkil bir Lider, düşeceği yere kadar neşeyle gider.
Etrafı kötü niyetli, aşağılık ve tefessüh etmiş insanlarla çevrilmiş bir Lider bataklıkta çırpınan adama döner.
Sıvışık, sünepe ve de pişkin bir adamı azarlasan da tehdit de etsen fayda vermez.
Azara hazır muzır; insana vermez huzur.
Etrafın zıpır, zirzop ve zırdelilerle çevrilmişse aklına mukayyet ol.
Fitne kumkuması olmuş bir kişi bile bir teşkilatı cadı kazanına çevirmek için yeterlidir.
Efendiyi efendi eden uşağıdır; efendisine ihanet eden aşağıdır.
İspiyoncunun foyası üç vakte kadar ortaya çıkar.
Fesat kumkuması, mahşer midillisi; yoktur onun gibisi.
Fesat başı, kıyamet cücesi; elinden geçti nicesi.
Laf üstüne laf asar da, ifrit gibi adamın damarına basar.
Bin iğneli bir kirpi, bir gün sokacaktır, bil ki.
Her yükselen yer çekimi kanununa uyar, bir gün mutlaka düşer.
Makamdan düşenin dostları dağdan düşen taşlardan kaçanlar gibi uzaklaşırlar.
Balığın postu, düşenin dostu olmaz.
Eşekten düşmek, makamdan düşmekten iyidir.
Kara gün dostu az olur; ilgi beklersen yaz olur.
İhanete uğramaya hazır ol.
Arkandan hançerleneceksin!.. Sakın şaşırma.
Kalleşi tanı, arkanı kolla.
Büyük felaketler insanı fırın kapağı gibi pişirir.
Sadık dost arama; kendini de paralama.
Doğrusu ben bugüne kadar bir arkadaşının yüksek bir mevkie gelmesini samimi olarak arzu edene rastlamadım.
Siyasette de memuriyette de dostluk yoktur, arkadaşlık vardır; o da menfaatlerin çatıştığı yere kadardır.
İşlerinden bunaldığında dostlarının yanına, dostlarından bunaldığında mezarlığa git.
Züğürt, Mercedes’e binince dostunu tanımaz.
Toplumda devlet adamının değeri makamının derecesine göredir!
Rağbet makamadır; adama değil!
Mülkiye Müfettişliğinden Vali olmuş birisinin müfettiş arkadaşlarını ziyareti, ancak ifade vermek zorunda kaldığında gerçekleşir.
Züğürtle arkadaşlık zenginle arkadaşlıktan iyidir.
Recep Muhlis Gür
Mülkiye Başmüfettişi
Mayıs - 2016
Mülkiye Başmüfettişi
Mayıs - 2016
Yorumlar
Yorum Gönder