VİRANE GÖNÜL

‘’Nereye baksam yıkılmış, dökülmüş bir şeyler görüyorum.’’

Bu sözle başlayan yazı yazmaya kalkıştığımda benimde ilk aklıma gelen viran binalar idi. Ülkemi diğer ülkelerle kıyaslayıp eeee  ‘’burası Türkiye’’ diyenlere çok kızmışımdır. Çünkü onlarda özen ve özenti hissederim her zaman. Oysa öylemidir?  Gerçekler. Zaman zaman bizi çileden çıkaran olaylar olsa da seviyorum memleketimi, seviyorum her karış toprağını, seviyorum insanını ve seviyorum burada yaşamayı…
Evet çevremizde yıkık, dökük, aşınmış evler, binalar var. Tıpkı insanlar gibi…Şimdilerde yıkık,dökük çirkin görüntüyü biraz hafifletebilmek için yeni moda dış cephe teknikleri kullanılıyor.Pembeler mi istersin,hakiler mi,aklına ne gelirse,pencere pervazlarına şeritten tutunda,aklınıza gelebilecek kısıtlı ama fantastik her türlü aksiyon.Yöneticinin ve apartman ahalisinin ruh durumuna kalmış.

Benim oturduğum apartmanda olduğu gibi, öyle kasvetli renkler ve alternatifler sundular ki, şaşırırsınız. Çevredekine benzeyen, tabulardan arınamamış, bire bir taklit, ruh katılmamış, tek tip. Onlar da benim seçimimi belki sıra dışı buldular ama;  özgündü, görülmemiş ve belki de denenmemişti. Neden insanoğlu bu kadar sıradan ve tek tip, bir örnek olmak zorunda anlayabilmiş değilim. Amacım yargılamak değil, ama insanoğlunun farkı gelişmek ve geliştirmek değil midir?

Binalar da çoğunluk böyle iken, ya insan, yıkılmış, dökülmüş, zedelenmiş, örselenmiş, acılarla yoğrulmuş, kah gülmüş kah ağlamış belki… Yapsana dış cephe, makyaj, o yaşanmışlıkları, güzel ya da hatırlanmayası, silebilir misin? Üzerine cila çekebilir misin? Hiç bir olay yaşanmamış gibi düşünebilir misin?
Öyle insanlar tanıdım ki yaşını başını almış, kırışıkların içinde binlerce hikayesi olan. Onlarla sohbet etmek benim en büyük keyifim. Öyle hikayeleri var ki, sanki şimdilerde böylesi yaşanmazmış gibi…

Bu satırları yazarken ,hala hayatta olan anneannem geldi gözlerimin önüne. O nur yüzü, pamuk gibi elleri. Akça pakça bir kadın anneannem, İstanbul hanımefendisi, dilbaz,neşeli,şen bir kadın. İki koca devirmiş. Dört çocuk,her biri başka şehirde doğmuş. Dedem harita mühendisiymiş. Küçücükken vermişler anneannemi ona, eğitimli bir adam diye. Dedem kendisinden tam yirmi yaş büyük. İki sene dokunmamışlar birbirlerine, karı koca olamamışlar, aynı evde yaşayıp birbirine çok uzak iki insan gibi. Zamanla gelmiş aşk, şimdilerin deyimi ile elektrik. Sonrasında çocuklar doğmuş. Biri Antalya da,biri Bursa da.

Dedem; titiz, çalışkan ama çok sinirli ve kıskanç bir beyefendi. Karısı küçük, güzel, bir resmi var ki, kıskanmamak elde değil. Onun kadar bilgili değil, belki akıllı ama hayat tecrübesi yok,cahil,korkak,bildiğiniz halen Anadolu da ki çoğu kadın gibi küçük gelin. Kolay olmamış hayat. Aşk zamanla otoriteye bırakmış kendini. Her şeye karar veren, dediğim dedik, bazen istemese de kıskançlığından şiddet göstermiş anneanneme. Hayat şimdiki gibi kolay değil.İmkanlar kısıtlı,İstanbul da yaşıyor olsalar bile,kadastroda çalışan biri aylarca yok,para var belki ama imkan yok.İş gezilerinden geldikten sonraki ilk iki gün büyük kavga.Sağa baktın, sola baktın,onun kocasına güldün,bunun beyine söz ima ettin gibisinden.Sonrasında rahatlama ve huzur ama sadece kendisine.İşte bu çalkantılı evlilik,dedemin şeker hastası olup yataklara düşmesiyle iyice şiddetlenmiş ve huzursuzluk yaratmış. Evde size deli gibi bakan çırpınan güzel bir kadın ve siz yataklara mecbursunuz. Dedem içinde kolay olmamıştır elbette ama kök söktürmüş sevdasından. Bir koca yıllık acı ile dolu yıldan sonra dedem ölmüş, anneannem daha kırk yaşında, dört çocuk, ev var, toprak var, para var ama koca yok.

Bir yıl sonra karşısına filmlerde oynayan yakışıklı, yeşil gözlü, havalı bir adam çıkmış. Hiç evlenmemiş. Neşeli,sakin,kıskanç olmayan ama fakir. Çok uğraşmış, dul dört çocuklu kadın için. Nihayetinde sevmişler birbirlerini. Önce evlatları ile uğraşmışlar anneannemin, sonra mahalleliyle, sonra yakışıklının ailesiyle.. Ne de olsa dul dört çocuklu kadın. Yıl 1971…o yıllarda insanoğlu daha da dar kalıplara sahip, tabulara, yasaklara körü körüne bağlı. Bu aşk tüm zorluklara rağmen 23 yıl sürdü. Evlendiğim sene kaybettik ikinci dedemi, anneannemin yaşadığı acıyı dün gibi hatırlıyorum. Gerçek sevdaydı o, hiç unutmayacağı. Hala anlattığı, anlatırken gözlerinin içinin güldüğü ve neşelendiği. Sözün kısası aşk hangi yaşta gelirse gelsin, kadını güzelleştiriyor mutlu ediyor. Hele baskı yoksa kadın aşkı dolu dolu yaşıyor. Ve gittiğinde isteyerek yada istemeyerek anılar yaşanmışlıklar baki kalıyor. İnsan hafızasında sürekli saklı kalsın istiyor. Daha geçen gün dedemin sevdiği bir yemeğin tarifini verirken, gözlerinden süzülen yaşı görmeliydiniz.Hala o günleri yaşıyor gibiydi. Nur içinde yatsın dedelerim. Bir kadını güldüren, seven erkek her zaman başımızın tacıdır.
Binaların, insanların yaşanmışlıklarından, yıkıntılarından nerelere geldim. Sanki o yıllara döndüm ve o büyük aşkın kahramanı oldum. Bugün o binalara ve güzel yaşlılara bakarken bir kez daha düşüneceğim.İçinde yaşayanları,yaşadıkları olayları hissetmeye çalışacağım.

Korkmuyorum yaşlanmaktan, yaş almaktan,kırışıklardan. İlerde böyle keyifle anlatacağım çok anım birikecek. Ve bugünümü hissederek anlatacağım.

Sevgiyle genç kalın…

G.Banu KOCATEPE
05.12.2012

Yorumlar

Popüler Yayınlar